ÇÖLDE İSYAN – YENİ ŞAFAK

Lawrence günlükleri

Arap dünyasıyla Osmanlı arasında yaşanan sorunları bu defa Lawrence’ın kaleminden okuyoruz. Çölde İsyan bu önemli günlüklerin yeniden gözden geçirilmiş baskısı. Kronik Yayınları arasında çıkan kitap döneme dair önemli bilgiler veriyor.

Lawrence’ın Arap İsyanı’nı konu edinen hatıratının hem yazım hem de baskı süreci kendisi gibi git gelli, esrarengiz ve maceralıdır. Fakat en nihayetinde mizacına uygun bir azmin ürünüdür.

Lawrence, isyan sırasında kapsamlı notlar tutmuştur. Bu notları temize çekmeye 1919’da Barış Konferansı için Paris’teyken başlamış ve çalışmasına daha sonra aynı yaz Mısır’a döndüğünde devam etmişti. Aralık 1919’a gelindiğinde, Bilgeliğin Yedi Sütunu (“Seven Pillars of Wisdom”) adını alacak hatıratı oluşturan on kitabın çoğunun taslağını hazırlamıştı, ancak İngiltere’ye döndüğünde Reading tren istasyonunda çantasını kaybedince (giriş ve son iki kitap hariç) elindeki taslağı da kaybetmiş oldu. 1920’nin başlarında Lawrence, ilk versiyonun hatırlayabildiği kadarını yeniden yazmak gibi ürkütücü bir işe girişti. Yalnızca hafızasını kullanarak 400 bin kelime uzunluğundaki “Metin II”yi üç ayda tamamlayabildi. Elinde Metin II olan Lawrence, 1921 yılı boyunca Londra, Cidde ve Amman’da süslenmiş bir versiyon (“Metin III”) üzerinde çalışmaya başlar. Lawrence 335 bin kelimeden oluşan bu metni ise Şubat 1922›de bitirecektir.

SADECE SEKİZ ADET BASDIRDI

El yazmasını tekrar kaybetme riskini ortadan kaldırmak ve eleştirmenlere özel olarak gösterebileceği kopyalara sahip olmak için hatıratını daktilo ettirmeyi düşündü. Ancak metnin dizgisini yaptırmanın ve Oxford Times matbaasında bir prova makinesinde bastırmanın daha ucuza geleceğini gördü. Sadece sekiz nüsha basıldı ve bunlardan beşi günümüze ulaştı. Bibliyografik açıdan sonuç, Bilgeliğin Yedi Sütunu’nun ilk “baskısı” oldu (çünkü metin sadece bir matbaada çoğaltılmıştı). Ancak yasal açıdan, dizgi yerine geçen bu kopyalar aslında “basılmamıştı”.

KİTABIN DEVAMINI ARKADAŞLARI YAZDI

1922 yılının ortalarına gelindiğinde Lawrence ciddi bir zihinsel karmaşa içindeydi: savaşın psikolojik etkileri, son üç yılın edebi çabalarından duyduğu yorgunluk, Arap silah arkadaşlarına verilen uzlaşmadan duyduğu hayal kırıklığı ve bir “ulusal kahraman” olarak halkın gözünde olmanın getirdiği yükler gibi mevzular kafasını kurcalamaktaydı. Bu ruh haletiyle kimliğini değiştirip Kraliyet Tank Birliği’nde “Er Shaw” adıyla orduya katıldı. Akli durumundan endişe duyan ve hikâyesinin daha geniş bir kitle tarafından okunmasını isteyen arkadaşları, hem entelektüel bir teşvik hem de o sırada çok ihtiyaç duyduğu bir gelir kaynağı olarak hizmet etmesi için onu, Bilgeliğin Yedi Sütunu’nun kısaltılmış bir versiyonunu yayınlamaya ikna etti. Mesai saatleri dışında, 1922 tarihli Metin III’ü abonelere yönelik sipariş usulü bir baskı için 250.000 kelimeye indirme işine koyuldu ve 1926 yılında abone baskısı bastırdı.

Ancak edebi değerler bir yana, abone baskısını bastırma işi Lawrence’ı iflasla karşı karşıya bırakmıştı (zira metindeki portre çizimleri yüksek meblağlar tutmuştu). Bu noktada para kazanmak için metni halka satılacak bir versiyon şeklin de hazırlama fikri gündeme geldi ve bu doğrultuda metni daha da sıkı bir budamaya tabi tutmak zorunda kaldı. Ortaya, yaklaşık 130 bin kelimelik, 1927’de Çölde İsyan (“Revolt in Desert”) adıyla basılacak olan bir metin çıktı.

Kronik Yayınları’ndan Oğuz Satır’ın tercümesiyle çıkan Çölde İsyan işte bu 1927’deki “halk baskısı”nın çevirisidir. Hatıratın bu kısaltılmış versiyonu Lawrence’ın 1916’nın Ekim ayında Cidde’ye varışıyla başlar, 1918’in Ekim ayında Şam’ın düşmesiyle de nihayete erer. İki yıllık zaman zarfında Arap İsyanı’nın serencamını baş aktörlerden biri olarak ilk elden aktarır. Öyle ki, Temmuz 1918’de genel karargâhta Allenby’yle görüşmesini “…kendi tuhaf şovumda bir miktar general olan benim için çok değerli ve güven verici bir deneyim” şeklinde ifade eder. Söz konusu iki yıl hakikaten de bir bakıma Lawrence’ın “kendi tuhaf şovu” olarak da nitelenebilir. İlk kez 1911’de Oxford’daki tarih tezi için geldiği Suriye’deki Haçlı kalelerini yürüyerek gezdikten sonra geri dönerken “tekrar İngiliz olmakta zorlanacağım” derken kendisini artık bir Arap gibi görmeye başladığında ve hemen akabinde 1913’te bu sefer Karkamış’taki arkeoloji kazısı vesilesiyle bulunduğu bu coğrafyadaki mutlu serüveni Dünya Savaşı nedeniyle akamete uğrayınca Arapların ve kendi yazgısını yeniden kesiştirecek bir fırsat aramaya koyulmasına şaşırmamak gerekir. 1916’da Kahire’de iki yıldır istihbarat subayı vazifesiyle bulunurken iki kardeşini Batı cephesinde, cephe savaşının doğal sonucu olarak kaybeden Lawrence’ın, Kahire’deki generallerin Türklere karşı ayaklanmaya hazır Arap aşiretleriyle temas kurulması fikrini göz ardı ederek cephe savaşını sürdürme stratejilerini manasız bulması da gayet tabiidir. Bir şeyler yapması gerektiğini düşünen Lawrence’a ve birimindeki onun gibi düşünen diğer arkadaşlarına “Müdahaleciler” adı verilmişti. Lawrence’ın Arapların geleceğine müdahil olma arzusuna denk düşen isabetli bir adlandırmaydı bu.

TÜRKLER HAKKINDA

Çölde İsyan’ın pek tabii ki Türk okuyucusu için en önemli kısımları Osmanlı birliklerinin Harameyn’i müdafaa için verdiği mücadeleler. Özellikle Medine’nin savaşın sonuna kadar teslim olmayışı da Lawrence’ın bakış açısından değerlendiriliyor:

“Medine’yi almamalıydık. Türk, orada zararsızdı. Mısır’daki hapishanede onun için yiyecek ve muhafız ayırmamıza mal olacaktı. Türk’ün, Medine’de ve diğer tüm uzak yerlerde mümkün olduğunca çok mevcutla kalmasını istiyorduk. İdealimiz, onun demiryolunu sadece çalışır halde tutmaktı, ama sadece çalışır halde, maksimum kayıp ve rahatsızlıkla. Yiyecek faktörü onu demiryollarına hapsedecekti, ancak bize Arap dünyasının diğer dokuz yüz doksan dokuz binini verdiği sürece, savaş süresince Hicaz Demiryolu, Mavera-i Ürdün Demiryolu, Filistin ve Suriye demiryollarını kullanmasında bir beis yoktu. Şayet halihazırdaki mevcuduyla etkin bir şekilde hükmedebileceği küçük bir alanda yoğunlaşmak amacıyla Medine’yi erkenden tahliye etme eğiliminde olursa, o zaman ona karşı saldırılarımızı azaltarak güvenini yeniden kazanmamız gerekirdi. Aptallığı bizim müttefikimiz olacaktı, zira eski vilayetlerinin mümkün olduğunca çoğunu elinde tutmak ya da tuttuğunu düşünmek isteyecekti. İmparatorluk mirasından duyduğu bu gurur onu şu anki saçma pozisyonunda tutacaktı —sadece kanatlar; cephe yok.”

Onun bu Türk stratejisini eleştiren ve hatta onu açıkça aptallık olarak gören paragrafı, aslında kendi isyancı Arap personasının da muzdarip olduğu masa başında büyük resme odaklanan o soğuk tavırlı memurların bakış açısını benimsediğini ele veriyor. Medine’nin Türkler için askeri ya da stratejik öneminin ne olduğuna bakılmaksızın muazzam bir manevi değeri ve hatta Türk imparatorluğunun varoluş kaynağının sevgili peygamberi ve onun medfun bulunduğu Medine şehrinin olmasına bigâne kalıyor. Aptallık diyerek küçümseyip yararlandığı Türk’ün bu vaziyetini isyanın gelişmesi açısından nasıl avantaja çevirdiğini en ince ayrıntısına kadar anlatıyor. Böylece peygamberini ve Devleti’nin izzet-i nefsini müdafaa maksadıyla orada bulunan Mehmetçiklerin ve Fahreddin Paşa’nın katlandığı kutlu çileyi muvazzahan tasvir etmiş oluyor.

En nihayetinde savaş bitse de Medine düşmeyecektir. Lawrence ve isyancı yoldaşları 1918 yazında Şam›a doğru hızla ilerleyip, başında Faysal’ın bulunduğu geçici bir Arap hükümeti kuracaklardır. Ancak Allenby iki gün sonra Şam’a ulaştığında, Lawrence ve Faysal’ı Victoria Oteli’ne çağırarak, Sykes-Picot’nun öngördüğü gibi şehrin Fransız idaresi altına alınacağını bildirir. Yenilgiye uğramış Faysal odadan çıkar çıkmaz Lawrence, Allenby’ye komutanlıktan azledilmesi için yalvarır. Ancak birleşik bir Arap ulusu fikri el-Urens’in mücadele ruhu ya da liderlik arzusuyla birlikte sonsuza dek yok olmuştur. Belki de bu yüzden “eve” döndüğünde yasal olarak ismini değiştirecek ve İngiliz ordusuna er olarak her şeye yeniden başlamak için dilekçe verecektir. Ama onun öncesinde sıcağı sıcağına el-Urens’in hikâyesini yazmaya koyulacaktır…

Mete Balta, Yeni Şafak, Haziran 2023

Habere ulaşmak için tıklayın.

BÜLTEN