Adnan Dalgakıran

Sunuş

“Sana bütün bunları kim öğretti, Doktor?” Yanıt anında geldi: “Acı çekmek.”
Albert Camus, Veba

Hiçbir zaman başarıya övgüler düzmedim, düzmem de. Başarıyı ya da başarılı insanları küçümsediğimden değil. Eğer başarı istediğini elde etmekse ve bu “bir an”dan ibaretse, kişide yarattığı haz, o anın merkezinde olduğu için.

Bunları yazdığıma göre, bu kitabın fikir babası olarak bana “Madem böyle düşünüyorsun, neden böyle bir kitabın hazırlanmasına öncülük ettin?” şeklinde bir soru sorulabilir.

Buna bir cevabım var.

Hayatta asıl meselenin “yolculuk” olduğuna ve bu yolculuğun anlamlanması için bir hedefe ihtiyaç duyduğumuza inanıyorum. Bu hedefe varırsanız, işte orası başarılı olduğunuz yerdir.

Oysa yolculuk uzun bir yürüyüştür, hedefe vardığınız an yolculuk biter ve yeni bir hedef belirlersiniz. Hedefe vardığınızdaki haz kısa ömürlüdür.

Anlamlandırabildiğiniz bir yolculuğun hazzı ise tüm yol boyunca size eşlik eder.

İşte bu seyahatte size eşlik eden bazı duygular vardır. Kaygı, korku, endişe, heyecan, zevk ve cesaret gibi… Bunlardan kaygı, korku ve endişenin dozu çok fazla olursa, bacaklarınız titremeye başlar ve olduğunuz yerden daha öteye gidemezsiniz.

Mesleği mühendislik ve işi sanayicilik olan ve hayatında hiçbir kitap yazmamış olan bendeniz, bu önsözü yazarken de az önce saydığım duyguları taşıyorum!

Hatta zaman zaman hadsiz olduğumu bile düşünüyorum.

Ancak son tahlilde kendimi şöyle teselli edip yoluma (yazıya) devam ediyorum: “Eğer beğenmezlerse okumayı kesip, onları bekleyen birbirinden değerli ve deneyimli, üstelik başarısızlıklarını burada paylaşılabilecek kadar alçak gönüllü insanların hikâyelerini okumaya başlamamaları için hiçbir sebep yok.”

Az kalsın unutuyordum, başarısızlık korkumuzun en büyük kaynağı “el âlem ne der”, “ele güne karşı rezil olmak” gibi sözlerle ifade ettiğimiz, çevrenin toplu ayıplama ayinidir.

Pek çok potansiyel yolcu bu gülücüler, alaycılar ve kınayıcılar yüzünden koltuklarından bile kalkmamışlardır. Başarıya övgüler düzüp, başarısızlara alaycı bakışlar fırlatmak yerine tüm bu psikolojik bariyerleri aşıp cesaretle yolculuğa çıkanları takdir eder, saygı duyarım.

“İnsanlar gemiyi limana getirip, getirmediğinize bakar. Denizde karşılaştığınız fırtınalarla ilgilenmez” diye bir söz vardır… Bence tam tersi! Çünkü asıl hikâye, asıl heyecan denizdeki o fırtınalardadır. Hikâye deyince birden aklıma geldi.

Sahi siz hangisisiniz? Kendi hikâyesini yazanlardan mı, yoksa başkasının yazdığında rol alanlardan mı?

Ben hep kendi hikâyesini yazanları merak ederim, onlardan öğrenecek o kadar çok şey var ki!

Mesela 1924 yılında ilk Türk uçağını yapan Vecihi Hürkuş, uçağı ilk denemesinde inişte çakıldığı için başarısız mıdır? Başarısızlık tanımımıza göre evet başarısızdır. Gemi limana getirilememiştir.

Ama yolculuğu ne güzel ne heyecanlı ve ne anlamlıdır. Ve de ne muhteşem bir başarısızlıktır! Bırakın hareket etmeyi, koltuğundan bile kalkamamışların habis gülümsemeleri neden önemli olsun ki… Vecihi Hürkuş kendi hikâyesini yazmıştır. Sonuç onun tarih kitaplarında yer almasını engellememiştir.

Peki biz bu kitabı neden hazırladık?

Aslında her şey “Ezber Bozanlar” temalı bir davette, üç konuşmacıdan biri olarak sıramı beklerken başladı.

Benden başka iki konuşmacıyı dinlerken, hikâyelerinin kusursuzluğu dikkatimi çekti. Ben de kusursuz bir hikâye anlatmak üzere oraya davet edilmiştim, oysa hikâyem gerçekte hiç de kusursuz değildi.

Dinleyici kitlesi üniversiteli talebelerden oluşuyordu. Kendimi onların yerine koydum ve kusursuz gibi görünen insanların bende yarattığı tahribatı hissettim. O anda karar verdim, sıra bana geldiğinde yolculuğumun komik ve aptalca olan kısımlarını anlatacaktım; öyle de yaptım.

Otuz dakika sürecek olan konuşma, karşılıklı sohbetle üç saat sürdü. Benim başarısız olduğum ve aptalca davrandığım konularla çok eğlendiler. Kişinin kendi hikâyesini yazma çabasının, bir kusursuzluk abidesi olmak anlamına gelmediğini kavramalarının onların kendilerine olan güvenlerini arttırdığını gördüm.

Yolculukta her türlü sonucun yoldaşımız olduğunu anlatan bir hikâye, herkesi daha aktif ve cesur hale getirmişti. Ayrıca çok daha önemli bir şey keşfettim. O da bu yaklaşımın aramızda çok daha samimi bir dil geliştirmesiydi.

İşte bu deneyim sonucunda böyle bir kitabın yazılmasına önayak olmayı kafama koydum.

Ama gücün ve mevkiinin fazlaca önemsendiği bir toplumda, değerli ve başarılı insanların samimiyetle kendi yolculuklarına eşlik eden başarısızlıkları anlatabileceklerinden emin değildim.

Yanılmışım.

Ülkemizin kendi alanlarında başarılı olmuş on ismi, bu kitapta kibir ve riyadan uzak bir şekilde kendi hikâyelerini
anlattılar. Hepsine çok teşekkür ediyorum.

Kendi adıma çoktan onların yolculuklarından çıkarımlarımı yapıp, akıl ve tecrübe portföyüme kattım.

Sizlere de iyi okumalar dilerken bu önsözü yazmak ile ilgili hâlâ emin değilim. Hadsiz miyim yoksa cesur mu?
Çünkü biliyorum ki çoğu zaman bu ikisi birbirine karıştırılır.

Adnan Dalgakıran
2 Mayıs 2017
İstanbul

Bazen Olmaz Kapak