CEM YILMAZ

“Hayat ahkâm kesmek için çok kısa…”

Kendinizi başarılı ya da tam tersi başarısız gibi hissettiğiniz anlar hiç mi yok?

“Başarı” denen şey, gerçek hayattan uzaklaştıran bir olgu olarak kafamda kodlanmış durumda. Bak şöyle anlatayım, diyelim ki çok sevdiğim bir arkadaşım var, eğlenceli, esprili bir arkadaş, beraber sinemaya, tiyatroya gidiyoruz ortaokulda, siz takdirname alıyorsunuz, onun yedi kırığı var. Şimdi bu arkadaşımı başarısız olarak addedip onu hayatımdan çıkarmak ya da onu kendimden farklı bir yere koymak doğru mu? Bunlar hiç istemediğim hareketler. O nedenle bu iki kavram da sayılarla ilgili değil benim dünyamda.

Yine de, eğer “konvansiyonel başarı” diyorsan, ben onu hep yaşadım ama hiç giyinmedim. Mesela, “Ne kadar da yetenekli çocuk” deseler “Niye?” diye sorarım. Benim de başarısızlık hikâyem işte bu “isteyip de yapamama” haliyle ilgili…

Hayallerinizden hangi noktada vazgeçersiniz? Para kaybederim, işi batırırım, rezil olurum, insan içine çıkamam, utancından ölürüm gibi endişeler var mı?

Hayır. Şöhretli bir insanım. Hele hele bir komedyen daha ne kadar rezil olabilir ki! Rezil olamaz, rezil olmak diye bir şey yok. Rezil olmak diye bir his söz konusu değil. Benim için rezil olmak; benim kendim için böyle düşünmemle alakalı. İnisiyatifin olmadığı, kendinde olmadığın anlardır rezil olmak. Kendindeysen rezil olunacak bir durum yok. İnisiyatifi kaybetmemek önemli, hani süslü bir laf var ya; “günahıyla, sevabıyla”. İşte günahıyla, sevabıyla orada olmak lazım. Bu insanı çok ferahlatan bir şey. Eğer bir insanın sorumlu olduklarına, bu seyirci olabilir, patron olabilir bir cevabı varsa, burada hiçbir sorun yok demektir. En kötü ihtimalle deney yaptığınızı söylersiniz ama sorumluluk almak lazım.

“O zaman anladım ki bazı insanlar bazı işleri yapabiliyor, bazıları yapamıyor!”

Biraz önce güldüğümüz meseleye dönmek istiyorum; zirvedeki insan yalnız mıdır?

Zirvedeki insan yalnızdır muhakkak ama onu kara kara düşündüren şey şu olmalı, “Niye çıktın oraya?” (Kahkahalar) Ben memleketin başarılı komedyenlerinden biriyim, hiç zirveyi tatmadım. Zirve beni hiç ilgilendirmediği için oturduğum yerde oturuyorum ben. Zirveye çıkanlar bir de bu şablonları kendi hayatlarına giydirip “Biliyor musunuz zirvede çok yalnızım, üşüyorum” diyor. Hayır, üşümenin sebebi zirve değil, salaklık, belli ki üzerine kalın bir şey almamışsın! Zirvede ne işin var senin? Mesela diyor ki, “Hiç arkadaşım yok.” Sokaktan geçen bir adamın da olmayabilir. Bakkal Mehmet Abi’nin zirvedeki yalnızlığını biliyor muyuz? Mahallenin en iyi, en sevecen, en başarılı bakkalı olarak onun zirvedeki yalnızlığını biliyor muyuz? Hayır, ama niye bir popçunun zirvedeki yalnızlığından bahsediyoruz. Ne ki o? Mücadele ederek ayakta kalmayı başarmış insanların yalnızlığından ne farkı var ki o yalnızlığın, ona biz “zirvedeki yalnızlık” diyoruz. Böyle süslü, artist işlerde sanatçının pozitif ayrımcılık istemesi haliyle ben yıllardan beri alay etmişimdir.

Ne engel oluyor size, zamanla ilgili bir probleminiz mi var?

Şu engel oluyor, samimiyetle söylüyorum. Bir keramet diye söylemiyorum, ben kendimi yalnız kaldığım zaman şöyle test etmek istiyorum: “Bak Cem kardeşim, sen sahneye çıkıp 2 saat çok komik şeyler anlattığını mı zannediyorsun, hadi o zaman yarın gösteri var, hadi bakalım yaparsın.” Kendimi paraşütsüz uçaktan atıyorum, yapıp yapamadığımı görmek için.

Yok öyle değil, istediğiniz gibi gitti mi, güzel mi oldu?

Hâlâ devam ediyor. Hayatı seviyorum ben zorluklarıyla. Herhangi bir yere gitme-göçme, buradan daha iyisi var hissiyatıyla telaşlanma vs. Hiç böyle dertlerim yok. Ben müsterihim, yakın zamanda da harika bir film yapıyorum, kendimi 1960’lara ışınlayacağım, oralarda gezeceğim, ben rahatım, siz düşünün!

“Kendımı paraşütsüz uçaktan atıyorum, yapıp yapamadığımı görmek için.”

Bazen Olmaz Kapak